
Cenevre’nin Bohem Yüzü
Londra’nın Soho’su, Paris’in Marais’si varsa, Cenevre’nin de Carouge’u varmış ! 40 yıllık Romalıyım böyle sütun görmedim misali, 25 yıldan bu yana Cenevre’ye gider gelirim, bir türlü yolum Carouge şehrine düşmemişti, taa ki dün geceye kadar… Yıllardır Cenevre’de yaşayan çok sevdiğim bir dostum, “hadi kalk çıkalım şu minik finolu, kürklü kadınların arasından biraz havamız değişsin” deyince, arabaya atladığımız gibi soluğu Carouge’da aldık. 18 yy.’da Sardunya Kralı’nın emri üzerine kurulmuş olan Carouge’un diğer adı Minik İtalya !
Cenevre şehir merkezinde emlak fiyatlarının mantık seviyesinden çıkıp, astral boyutlara varması nedeni ile, yeni restaurantlar, barlar haliyle Arve Nehri’nin kıyısında yer alan Carouge’da konumlanmaya başlamış.

Birbirine paralel sokaklarda, en çok dört katlı binalar, küçük trendy butikler, ünlü Wolfisberg Pastanesi, çok sayıda bar ve restaurant, nehir kıyısında bisiklet ve yürüyüş parkuru, ekolojik sinema (kullanılan tüm ürünler doğada çözünülür), sezonda 11 oyuna ev sahipliği yapan tiyatro, her çarşamba ve cumartesi öğlen saat 14.00’a kadar semt pazarı, Aralık ayında Noel nedeni ile pazar günleri dahi açık mağazaları ve sanatçı atölyeleriyle Carouge, klasik sıkıcı Cenevre imajından fersah fersah uzak…

Dün akşam, bölgenin en ünlü restaurantlarından (ki hiç bir şekilde turistik değil, sadece yerel halkın gittiği) özellikle av etleriyle meşhur La Huchette’te rezervasyon yaptık. Tabii yemek öncesi, aperitif almak için, şehrin en gözde barlarından Qu’importe ilk durağımız oldu. Çıtır çıtır yanan şöminesi, hoş dekorasyonu, (inanılmaz ama gerçek) ücretsiz wifi bağlantısı ve tapas gibi hafif atıştırmalıklarıyla Qu’importe, eğer yolunuz Carouge’a düşerse gitmenizi tavsiye edeceğim bir bar.

Birkaç dakika yürüyüş mesafesindeki La Huchette, av etleri ve mantar yemekleri ile ünlü. Mekana girildiğinde dikkati çeken ilk şey etlerin pişirildiği devasa şömine. Dekorasyon tipik bir İsviçre bistrosu şeklinde, büyük aynalar, kırmızı koltuklar ve kristal avizeler…


Masamıza yerleştikten sonra, amuse-bouche (tadımlık) olarak bezelye püresinde minik istakoz servis edildi. Bezelye ile deniz mahsulünün bu kadar güzel bir tat yaratacağı hiç aklıma gelmemişti ne yalan söyleyeyim !

Başlangıç olarak, tavada sarmısak ve maydanozla tereyağında sotelenmiş Chanterelle mantarı aldık. Şahane bir başlangıç olan bu mantar maalesef senede sadece bir kaç hafta bulunabiliyor o nedenle eğer denk gelirse mutlak tadın derim.

Ana yemek olarak, 160 veya 220 gr. olarak seçebileceğiniz (ki biz 160 gr. istedik) antrkot ve şişte kuşbaşı et aldık. Tabii dana değil sığır eti. Yanında salatası ve patates kızartmasıya servis edilen etler gerçekten sossuz olmuyor.

Sanırım sosa ihtiyaç duymayan tek et kuzu eti. Onun dışındaki tüm etler bence güzel bir sosla tam bir şölene dönüşüyor. Bizim tercihimiz mayonez bazlı ev yapımı bearnez ve biber sosları oldu. Konu sığır eti olunca, buradan tekrar hatırlatmak istiyorum. Sığır eti iyi pişmiş yenmez, yenemez! (tabii dişleriniz testere keskinliğinde değilse!). O nedenle eti iyi pişmiş ısmarlayıp ardından aman da et ne sertmiş demenin manası yok! Türklerin damak tadına en yakın pişme derecesi Fransızcada a point denilen, içi pembe dışı pişmiş olan derece. Tabii ideali biraz daha az pişmiş olan saignant ama bir çok Türk için maalesef bu mümkün değil.
Eğer av eti seviyorsanız, o zaman mekanın spesiyalitelerinden keklik volovan ve odun ateşinde pişmiş geyik bonfile deneyebilirsiniz.
Şarap olarak, yerel üreticilerden Sophie Dugerdil’in 2015 rekoltesi Dugerdil Dardangny Merlotsunu aldık. Cenevre Kantonunun Fransa sınırında yer alan Dardagny şehri de tıpkı Carouge gibi Cenevre kantonuna bağlı. Çok sayıda şarap üreticisine ev sahipliği yapan Dardagny’nin Merlot şaraplarını denemenizi kesinlikle tavsiye ederim, benim çok hoşuma gitti.

Tatlı olarak, içinde eriyik çikolatanın olduğu bir top frambuazlı dondurma ve taze şantiyle servis edilen Roi Chocolat ile geceyi sonlandıralım, dedik.

Ancak kahve ile servis edilen, eskiden tüm minik İsviçre restaurantlarında adet olan devasa kavanoza konmuş İsviçre çikolatalarından oluşmuş kova masamızda belirdi. Gerisini varın siz tahmin edin diyorum !

Blog konsepti İsviçre’lilerin hayatına daha yeni giriş yapıyor. Özel hayata saygı mantığıyla mekanlar hakkında yazı yazarken, öncelikle fotoğraf çekebilmek için izin almak gerekiyor. Hal böyleyken, benim bir mekanda ilk yaptığım şey, sorumlu kişi veya sahibiyle konuşup, izin almak bu arada blog ve blogger ne demek onu anlatarak bir de mini konferans vermek.
La Huchette’in sahibi Philippe Coindet ve ekibi ile yaptığım kısa ama keyifli sohbet, hayatımda ilk defa tattığım bir dijestif olan Mandarinello ile son buldu. Limoncello, Meloncello’dan sonra, bu sefer de mandalina ile yapılmış bu dijestif an itibariyle İtalya’dan ısmarlandı bile çünkü bayıldım tadına.

Yemekten sonra, kısa bir yürüyüş yapalım dedik ama kendimizi şehrin en gözde barı olan Le Chat Noir’da bulduk. Cumartesi akşamları saat 23.00 dedin mi mezar sessizliğine bürünen Cenevre’nin aksine, Carouge tıklım tıklım. Le Chat Noir’ da geç saatlere kadar hizmet veren özellikle gençlerin tercih ettiği bir bar ve gece kulübü. Canlı müzik performanslarının da olduğu Le Chat Noir aynı zaman da bir restaurant. Viski sevenler ise Bar du Nord’da çok mutlu olacaklar çünkü kavlarında tadım yapıp satın alma imkanı da var. Tabii bu iki mekan pazar günleri kapalı.
Bir başka yeni mekanda görüşmek üzere, sevgiyle kalın…